Mezarlık, Beri Zaman Mahallesi (Kısa Alıntı)
Mezarlık
...
Kuşlardı, kesinlikle onlardı, birbirine yabancı bunca insanı buluşturan. Annesinden duymuştu zamanında; bebekleri dünyaya leylekler getirirdi. O zaman, serçelerin ya
da martıların götürmesinde şaşacak bir şey yoktu. Dedesinin sözleri kulağında rüzgâr gibiydi, hafif titreşimlerle sonlanıyordu.
Aniden döndü,
―Dede, kuşları dünyayı kim getirir? diye sordu.
Dedesi anlamadı. Etrafına dikkatli gözlerle baktı, sanki kapalı unuttuğu kulaklarını yavaşça açtı. Ne garipti, sayısız
kez geldiği bu mezarlıkta kuşları ilk kez fark ediyordu. “Melanetler,” diye düşündü. “Her yere üşüştükleri yetmedi, burayı da kirlettiler...”
Kuşlar kirdi onun için. Bu yaşlı haliyle evini güç bela temizlerken, bir de balkonla uğraşmak zorunda kalıyordu.Oranın buranın içine ediyor, ortalığı batırıyorlardı. “Yaşayanlarımıza bela oldukları yetmedi, bir de ölülerimize dadandılar” diye geçirdi içinden. Atıp tutmaya devam edecekti ama soru boşluktaydı. Görmezden gelmek olmazdı, dedeler torunlarının sorularını yanıtsız bırakamazdı.
―Kendi kendilerine gelir onlar dünyaya, Allahın cezaları!
Yüksel hemen anladı. Dedesi bu yanıtı her ikisi için de biçimlendirmişti. Genelde böyle yapardı zaten. Yılların gerisine uzanan düşüncelere dalar, sonra kısa ve net bir
cevap verirdi. Hem içinden gelen sesleri hem Yüksel’i yanıtlamış olurdu böylece.
―Ama insanları dünyaya leylekler getiriyorsa,
insanların da kuşlar için bir şeyler yapması gerekmez mi?
―Daha ne yapalım, yavrucak? Evleri, mezarları, gemileri hep biz yapıyoruz, onlar gelip kendilerininmiş gibi yaşıyorlar içlerinde...
Anlaşılan, dedesinin kuşlarla bir derdi vardı. Beklediği yanıtı ondan alması mümkün görünmüyordu. İnsanları dünyaya kuşlar getiriyor ve gene onlar götürüyordu. Üstüne
üstlük, yaşarken de öldükten sonra da yanlarından ayrılmıyorlardı. Dedesi hep derdi ki, ‘Canı veren ve alan tanrıdır.’ Ama şimdi de kuşlar için, ‘Allahın cezaları’ diyordu. Buradan çıkartılabilecek tek sonuç, dedesinin
yaşamı bir ceza gibi gördüğüydü. Belki de haksız sayılmazdı. Günlerdir yaptıkları tüm maçları ya kaybediyorlardı ya da Kılıbık Selim Amca, maçı tamamlayamadan toplarını kesiyordu.
Tam bu sırada bir şey çekti dikkatini. Kimi mezarların üzerindeki yazılar diğerlerinden farklıydı. Kuşların birçok alfabesi olmalıydı. Üstelik bu farklı alfabeli mezarlarda hep
artı işareti vardı. Matematik dersinde başarılı olanlarındı herhalde bu mezarlar. Demek ki kuşlar da karne veriyorlardı.
...
...
Kuşlardı, kesinlikle onlardı, birbirine yabancı bunca insanı buluşturan. Annesinden duymuştu zamanında; bebekleri dünyaya leylekler getirirdi. O zaman, serçelerin ya
da martıların götürmesinde şaşacak bir şey yoktu. Dedesinin sözleri kulağında rüzgâr gibiydi, hafif titreşimlerle sonlanıyordu.
Aniden döndü,
―Dede, kuşları dünyayı kim getirir? diye sordu.
Dedesi anlamadı. Etrafına dikkatli gözlerle baktı, sanki kapalı unuttuğu kulaklarını yavaşça açtı. Ne garipti, sayısız
kez geldiği bu mezarlıkta kuşları ilk kez fark ediyordu. “Melanetler,” diye düşündü. “Her yere üşüştükleri yetmedi, burayı da kirlettiler...”
Kuşlar kirdi onun için. Bu yaşlı haliyle evini güç bela temizlerken, bir de balkonla uğraşmak zorunda kalıyordu.Oranın buranın içine ediyor, ortalığı batırıyorlardı. “Yaşayanlarımıza bela oldukları yetmedi, bir de ölülerimize dadandılar” diye geçirdi içinden. Atıp tutmaya devam edecekti ama soru boşluktaydı. Görmezden gelmek olmazdı, dedeler torunlarının sorularını yanıtsız bırakamazdı.
―Kendi kendilerine gelir onlar dünyaya, Allahın cezaları!
Yüksel hemen anladı. Dedesi bu yanıtı her ikisi için de biçimlendirmişti. Genelde böyle yapardı zaten. Yılların gerisine uzanan düşüncelere dalar, sonra kısa ve net bir
cevap verirdi. Hem içinden gelen sesleri hem Yüksel’i yanıtlamış olurdu böylece.
―Ama insanları dünyaya leylekler getiriyorsa,
insanların da kuşlar için bir şeyler yapması gerekmez mi?
―Daha ne yapalım, yavrucak? Evleri, mezarları, gemileri hep biz yapıyoruz, onlar gelip kendilerininmiş gibi yaşıyorlar içlerinde...
Anlaşılan, dedesinin kuşlarla bir derdi vardı. Beklediği yanıtı ondan alması mümkün görünmüyordu. İnsanları dünyaya kuşlar getiriyor ve gene onlar götürüyordu. Üstüne
üstlük, yaşarken de öldükten sonra da yanlarından ayrılmıyorlardı. Dedesi hep derdi ki, ‘Canı veren ve alan tanrıdır.’ Ama şimdi de kuşlar için, ‘Allahın cezaları’ diyordu. Buradan çıkartılabilecek tek sonuç, dedesinin
yaşamı bir ceza gibi gördüğüydü. Belki de haksız sayılmazdı. Günlerdir yaptıkları tüm maçları ya kaybediyorlardı ya da Kılıbık Selim Amca, maçı tamamlayamadan toplarını kesiyordu.
Tam bu sırada bir şey çekti dikkatini. Kimi mezarların üzerindeki yazılar diğerlerinden farklıydı. Kuşların birçok alfabesi olmalıydı. Üstelik bu farklı alfabeli mezarlarda hep
artı işareti vardı. Matematik dersinde başarılı olanlarındı herhalde bu mezarlar. Demek ki kuşlar da karne veriyorlardı.
...
Yorumlar
Yorum Gönder