Suda Halkalar Vardı – Zaman Bölümü’nden, Kasım 2021, Yazılama Yayınevi

Bir tahterevalli düşünün. Bir ucunda sürgün, diğerinde göç. Coğrafyada okla, çizgiyle gösterilir. Tarihte üzerlerine afili bir başlık atılır; işlem tamamdır. Zamanı dilimler, insanı kılıfına uydururlar. Birörnek atılan adımların tanımı vardıkları hedefe göre farklılaşır. Yıkılan kaleler, zapt edilen topraklar doldurur satır başlarını. Ölüm ise bir kenar süsüdür sadece. Şahlanan atların üzerindeki süvarilere methiyeler dizilir. Kılıcı, mızrağı saplayan anılır hep nedense. Toprağına el konulup surları başına yıkılanlar dipnotlarda bile yer bulamaz. Hele ki şahlanan atların çiğnediği cesetler akla hiç gelmez. Vücudun bir yanından girip diğerinden çıkan kılıcın alaşımı mevzu bahis edilir ama içinden geçtiği yürek sanki hiç atmamıştır. Artık el değiştirmiş bir yurdun bodrumundaki ağıt geleceğe taşınmaz. Zaman insanı yutmuş, sindirmiştir. Coğrafya, fotoğrafını çekmiştir bu sonsuz kayboluşun. İşte o yüzden, üstleri başları lime lime bu mağaraya sığındıklarında kendileri de neci olduklarını bilmiyorlardı. Kahraman mı, hain mi; cesur mu, korkak mı; gözü pek mi, aptal mı; çaresiz mi, vahşi mi? Suyu bildiler yalnızca. Kana kana içtiler. Giysilerinden arta kalanı hiç çıkartmadan atladılar suya. Denizle aralarındaki bu kısacık mesafe nasıl olup da aylar sürmüştü? Öyle bir kovalamacaydı ki uzamla zaman ayrı düşmüştü. Uzam zamana yetişememiş, zaman gözlerini kapayarak geçmişti dünyanın üzerinden. İnsan bu kadar hıza ancak hayatla baş başa kalırsa ayak uydurabilirdi. Zıpçıktıları başka yollara sürmüşlerdi çoktan; altını, elması ve bilumum mücevheratı… Uğruna ölümü göze aldıklarından yaşamak için vaz geçmişlerdi. Belki bir daha hiç göremeyeceklerdi onları. Göç mü etmişlerdi, sürülmüşler miydi? Eunus’un aklında hep derme çatma bir kulübeye sıçrayan kan vardı. Kalbin değil, gözün artık nasıl atmadığını görmüştü. Sönümlenen bakışları içine sürüklemişti. Mızrakların, kılıçların arasından çekip çıkardığı karısının na’şı değil, bakışlarıydı sadece. Ateşi ilk o gün icat etti. İnsan keşifleri, icatları kendisine yontabilirdi. Yontmalıydı da… Başka türlü nasıl yaşanırdı?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANKARA'NIN KAYBOLAN RENGİ: GENÇLİK PARKI "BUGÜN YEŞİL YAĞMAYACAK", Mimarlar Odası Ankara Şubesi Dergisi, Ekim 2005

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ'NDE ELEŞTİRİ VE MÜDAHALE Nikbinlik Dergisi, Sayı 17

NÂZIM. SINIF EDEBİYATI VE MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEK Ahmet Antmen, Nikbinlik Dergisi, Sayı 10, Haziran 2002