3 Haziran Denilince Akla Gelen: Nâzım Hikmet'le Aynı Sokakta Yürümek, 3 Haziran 2006
Nâzım Hikmet deyince akla “zaman aşımına uğramamak” ve bütün boyutlarıyla sevgi geliyor. Düşmanını da yaratan bir sevgidir bu. Dostlarının yüzünü bir kere bile görmemiş bir sevgidir. Buradan Hindistan’a kadar… Kültür somutlaşmış insan emeğidir ya, Nâzım Hikmet şiiri de sevginin somutlaşmış halidir. Kendisi şöyle dile getirir bu durumu ve burjuva-mistik şairleriyle arasındaki sınırı da böylece çizmiş olur:
“… Onlar sevgilerini bile mücerret bir mahlûk olarak şiirlerine geçirirler. Halbuki, mesela ben sosyalist şair, memleketimi ve halkımı tıpkı karımı sevdiğim gibi etiyle kemiğiyle seviyorum.”
Nâzım Hikmet bireyselinden toplumsalına bütün sevgileri aynı hamurdan yoğurur. Aşkıyla memleketi iç içe geçmiştir. Hayatın bütün katmanları arasında dolaşan şiiri sınıf çelişkilerinden ve kapitalist toplumdan nefret ettiği için doğurur bu sevgiyi. O yaşadığımız dünyayla hesabı olduğu için, bu düzene rest çekebildiği için yeşertmiştir bu sevgiyi. Ve Necatigil’in dizelerindekine ters bir güzelleme doğurmuştur. “Sevgileri bugünlerle sınırlamamış, yarınlara da bırakmıştır”:
Topraktan ateşten ve denizden
doğanların
en mükemmeli doğacak bizden!
Nâzım Hikmet bugünü yorumlarken, bugün “fevkalade memnunken dünyaya geldiğine” bugünü ve bugünün insanlarını geleceğin yaratıcıları olarak gören bir inançtan besleniyordu. O kadar ki, savaşın ortasında büyük bir merakla bekliyordu en son ajans haberlerini. Son günleri iyi gelecek olan asrına selam çakıyordu dizelerinden. Yani Nâzım'ın sevgisi hülyalarla beslenen, bugünün keyfini çıkarmaya odaklanan bir sevgi değildir. Bugünü sever yarını yaratacaklardan dolayı. Nâzım, insanı üretim ilişkileri içinde tuttuğu konumuna ve sınıfsal bilincine göre ele alır. Onun işçileri, köylüleri, şairleri birer kahraman değildir. Halkın arasında, her gün karşılaşılan, selam alınıp selam verilen kişilerdir. Nâzım’ın kahramanları da etleriyle tırnaklarıyla insandır. Betimlemelerinde, anlatılarında olağanüstü kahramanlara yer vermez. Bu yüzden kendimizden bir bütünü illa ki buluruz onun dizelerinde. Dört yanımızı kuşatan yabancılaşmanın da farkındadır ve bunu da taşır dizelerine:
Sevinçsiz ve kedersiz
yapıyordu işini
Bilmiyordu hünerini düşünmek denen şeyin
Ne memnundu ne pişmandı dünyaya geldiğine
Şiirlerinde açtığı pencereden herkesin girmesini ister. Kapılarını dosta düşmana açar. Safı bellidir ama o memleketin ve hayatın bütününe yazar şiirlerini. İnsan ruhunun her durumuna:
“Şiirlerim okurlarımın tüm sorunlarına yanıt versin istiyorum. Bir delikanlı bir kızı sevdiğinde şiirlerimi okusun. Yaşlı bir adamı ölümün kederi kapladığında şiirlerimi okusun. İnsanlar 1 Mayıs gösterilerine giderken şiirlerimi okusun. Bürokratın biri size kötü bir oyun oynadığında şiirlerimi okuyun.”
Onunla aramızda sanki bir yıl bile geçmemiş gibiyiz. Daha dün oturup enikonu sohbet etmişiz. Komşu ülkelere asker ve silah gönderme pazarlığı yapanlara şiirden caddelere taşan bir yanıt vermiş örneğin:
-Harbediyoruz:
Pazar ve mal nizamının bekası için
Kömür, lastik ve kereste
ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvvet
satılmalıdır.
Gericilerin başımıza ördüklerini görmüş, ülkemizin duygu ve düşüncelerine kast ettiklerini sezinlemiş. Karadeniz’in gümüş tellerine bakarak onlara da yapıştırmış cevabı:
Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selam!
Paranın padişahlığını,
Karanlığını yobazın
Ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selam!
Sahi diyorum bugüne bakıp da şairi de yazarı da anlata anlata bitiremiyorlar kendilerini. İçleri sanki uçsuz bucaksız derya. Ne hüzünleri bitiyor ne serzenişleri. Onlar buncacık şeyle bile geçirebiliyorkan 'mücerret' ömürlerini sen sanki milyonlarcasını yaşamışsın. Hem de değişik değişik asırlardan; mekânlardan. Sahi Heraklit’i bugüne taşımışsın, Bedrettin’i, uzunca süre sonra belki karşımıza alıp sarılacağımız uzaylı yoldaşları. Ve dahası memleketini sevmişsin onca ama bütün halkların devrimlerinde ve yıkımlarında dolaştırmışsın dizelerini. “Elbette” diye bölüyor sözlerimi “Dünyayı dönüşüme uğratma mücadelesinin ayrılmaz öğesi olan sanatçının, her şeyden önce çağının bu mücadelesine bilinçli bir biçimde katılması gerekir; çünkü sanatçı yeninin yaratılmasında ‘yaşamı örgütlendiren’ kişidir.”
İşte bugün Nazım aramızdaysa, bir an olsun ayrılmıyorsa yanımızdan. Eylemde, sokakta, fabrikada, okulda; en coşkulu anlarımızda, en kederli anlarımızda yanımızdaysa… 3 Haziran’da ölmedi de esasen elveda dünya merhaba kâinat dediyse... Âlim olmasak da cahilliğe de mahkûm olamayız diyen bu sanatçı kimliğinden, bu ideolojik duruşundandır.
O zaman biz de bir merhaba çakalım, “senede her gün aynı sokakta yürüdüğümüz ustamıza.”
👌
YanıtlaSil