ANKARA'NIN KAYBOLAN RENGİ: GENÇLİK PARKI "BUGÜN YEŞİL YAĞMAYACAK", Mimarlar Odası Ankara Şubesi Dergisi, Ekim 2005


 Şu sıralar Gençlik Parkı üzerine yazmak ‘merhumu nasıl bilirdiniz?’ gibi bir soruya denk düşüyor. “Nasıl bilirdiniz?” Genç bilirdik. Daha yapacak çok işi vardı.
Anadolu’nun dört yanından Ankara’ya gelmiş ve Ulus otellerinde yaşamına çizgiler, umutlar katanlar... Bir hastalığın geçmesini bekleyenler, üç beş kuruş para denkleştirip de yarın artık memleketine dönme hesabı yapanlar, küçük bir iş bağlayıp da çoluk çocuğuna hediye götürme arzusunda olanlar... Gençlik Parkı’na gelip basarlar kahkahayı. Belki de yüz kez seyrettikleri bir Kemal Sunal filminin karşısında. Yıllanmış garsonlar, sanki semaverler gibi tüterek yürümektedir. Bakır rengi dumanlarda tüterek... Az laf, çok bakışçıdır onlar. Gençlik Parkı’nın bir özelliği de çünkü kahkahalar ve kısık sesli sohbetler dışında gürültüye pek tahammülü olmamasıdır. Başkentimizde saatlerin yavaş işlediği, telaşın en has düşman ilan edildiği nadir yerlerdendir. Edip Cansever'i deyişiyle akşamüstü rengindedir...
Gençlik Parkı illa ki gençleştiğiniz bir yerdir. Çocukken oynadığınız oyunları düşünme fırsatı bulacağınız kaç yer kaldı ki? Sen, ben, bizim oğlan. Parktaki küçük göledin yer yer deniz taklidi yapabilmesi bu yüzden. Bir Orhan Kemal romanı okuyorsanız, içli dışlı olduğunuz kahramanları görebilirsiniz orada. Akdeniz’e yaklaşmışsınızdır. Bir Sait Faik öyküsü okuyorsanız, son kuş cıvıltılarının peşine takılabilirsiniz. Adalara iki üç düşsel kulaç kaldı yani. Eğer bir Can Yücel şiirinden çıkıp, üstünüzü henüz kuruladıysanız, ağız dolusu Datça işitebilirsiniz. Çünkü az büyümüş büyükler, ve çok bi çocuklar vardır Gençlik Parkı’nda. Sarı yaprakları maviye dönüştüren bir münzevi dergâhıdır...
Kızılay meydanında karşıdan karşıya geçmek için saniyeleri sayanlar, Gençlik Parkı’nda saniyeleri bul karayı al parayıcıların eline tutuştururlar ve illa ki kaybederler. Gençlik Parkı’nda adımların hızlandığı tek bir yer vardır. İnsanın güzel bir telaşla ciddi oyunlara koşturduğu. Gondol’da genellikle çığlıklar birbirine karışır. İnsanların sesleri tanışır. Çarpışan otolarda kaza payını yükseltmektir uğraş. Kapitalizmin mekanik ve pozitivist yaşam biçimine bir tepkidir belki de... Kaza payı yükselirken, insanın başına gelebilecek en büyük hasar gülmekten karın kaslarının ağrımasıdır. Unutmamak gerekir ki çarpışan otolardaki yağız Anadolu delikanlıları güçlerini ve kahkahalarını Yeşilçam’dan almaktadır. Az ötede herkesin büyük bir ilgiyle izlediği Battal Gazi ve Avanak Apti filmlerinden... Belki de Gençlik Parkı’ndan kurtulmaya çalışanların bir nedeni de bu. Onlar bir Hollywood filminden kopup geldiler çünkü. Gençlik Parkı’nın yerinde bir alışveriş merkezi hayal etmenin başka türlü imkanı yok çünkü. Hollywood filmleri, McDonalds hamburgerleri ve Ronald Reagan krakerleri. Hepimizin daha az yediği bir numaraysa, mutlu ailelerin arasından sırıtan sizi evlendiriyoruzcular. Gençlik Parkı’nda bir evlendirme salonu mu vardı ne? Artık gençlerimizi Burger King kuyruğunda evlendirebiliriz. Hem ziyaret hem ticaret. Gençlik Parkı rengin saf halini taşırdı zihinlerimize... Şimdi silsilenin içinde renkler bir bir kopartılıyor insanın benliğinden.
Gençlik Parkı, çevresindeki iş yaşantılarının telaşını bünyesinde eriten bir vaha gibidir. Belki de yetişkinler dünyasında, bir çocuk adacığıdır. Bu yüzden suçludur. İnsanları profesyonellikten uzaklaştırdığı için. Hiç akla hayale gelmedik bir eylem gerçekleştirilir orada. Düş kurulur. Düş renginde bir yeşilmişiktir. Oysa reklam yıldızları bizim yerimize bu işi yapmaktadır. Cep bilgisayarları ve cep telefonlarıyla giysilerimize kadar sokulan bir özgürlük, Gençlik Parkı’nın bohemliğinde yeşeremez. Ucu illa ki dokunacaktır birilerine, siz özgür değilsiniz; siz özgür değilsiniz. Gençlik Parkı’nda mısır yerken ağır aheste hareket eden güvercinler, hazır kart reklamları için iyi birer figüran değildir. Çünkü onlar da bir Yeşilçam filminden düşmüştür oraya. Belki de, Kemal Sunal’ın Devlet Kuşu filminden. Ve uğur olsun diye damlayan şey, yanlış hedefe gidebilir.
Gençlik Parkı iki nokta arasındaki sonsuzluktur. Ankara’nın tek renk gri olan göğüne bir başkaldırıdır. Başkentin anılarının biriktiği nadir noktalardandır. Bir gözyaşının peşine takılsanız kendinizi orada bulursunuz. Tadına baktığınız ya ayrılan bir sevgilidir, ya da büyük şehirle yeni tanışmış bir üniversite öğrencisi. Serserilere, laf atmalara karşı aşıkların vazgeçemediği bir yerdir Gençlik Parkı. Sıkça duyulur Gençlik Parkı’nın geçmişte çok daha güzel bir yer olduğu. Oysa Gençlik Parkı geçmişinden hiç de uzaklaşmamıştır. Geçmişsizlerin istilasına uğramıştır. Gençlik Parkı başkentin, eski zaman aktarlarından devşirilmiş pek çok aşkına mekan olmuştur. Şimdi yapılmakta olan bir parkı kendine yakışmayanlardan değil, bir şehri siyah beyaz aşk sözlerinden arındırmaktır.
Buluşma noktası olarak YKM’nin alternatifi nedir? Hani dedim ya Gençlik Parkı’nda zaman yavaş işler. Bu yüzden geciken sevgililere, ağır esen rüzgarlara, durup uzun uzun bir güvercine bakanlara hiç kimse kızmaz. Hatta banklarla sohbet bile edebilirsiniz. Çünkü Gençlik Parkı’nda delilik serbesttir. “Bu kadar akıllının içinde deli kalanları,” çağırır yamacına. Ve masa başından, atölyeden, mağazalarından kalkıp gelenlere içlerindeki deliliği anımsatır. Ağaçlarına baş harflerini kazıyan sevgililer, tuttuğu takımı yazan çocuklar belki şimdi çoktan göçüp gittiler bu şehirden. Peki bir şehir geçmişini tüketirse ayakta nasıl durur? Göçebelerin ayak ve düş izleri siliniyorsa bir şehirden, geriye üzgün bir Karacaoğlan kalır. Sevdalının kırmızı rengi entarisinden dudağına kader lanetlenmiştir bu izsizlerce... Karacaoğlan’a üzmemek için bir hayali evlat edinelim Gençlik Parkı’nda. Oturup imgelem göletinde açan gökkuşağının, önümüzde semaver koy verelim kahkahalarımızı. Ne kadar olursa, Düttürü Dünya’yı izlerken. Öyle bir çağındayız çünkü başkentin. Geceleri müzisyeniz, gündüzleri limon satıyoruz. Gençlik Parkı’nın hali, sanatın ve memleketin haline benziyor. İstilaya uğramış. Ve suç kendisine bulunuyor. Hırsızlara kimsenin bir şey dediği yok. Çünkü burada yolları bağlayıp, köprüleri çözmüşler. Daracık geçitler bırakmışlar yayalara, rengi tuz buz olmuş alt geçitler. Koca bir parka nasıl tahammül etsinler. Ayaklarımızın, şehrimizin ve geleceğimizin altından yeşili çekerlerse Üç Kağıtçı’daki gibi yeşil dualarına çıkarız biz de. Ve Kemal Sunal, o meşhur gülüşüyle seslenir ardımızdan: “Ha ha, enayiler. İçim sızlıyor, içim. Bugün yeşil yağmayacak.”
Biz, renkleri hayal meyal görüyoruz Newton, çünkü biz görmedikçe rengin tonu silinir kentlerden. Biz kentleri renksiz, zamansız kalanlar tonunu değil tınısını yitiriyoruz hayatın. Solmaya renk cihanda, bir nefes şiir gibi...

Yorumlar

  1. Ahmet'cim ellerine sağlık. Çok kalabalık olduğu için ergenliğim sıkılırdı, şimdi o dönemleri hatırlamak -yaşlandım mı yoksa🤭- biraz canımı yaktı mı, evet.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler, canımızı yakmasın ama yine de :))

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ'NDE ELEŞTİRİ VE MÜDAHALE Nikbinlik Dergisi, Sayı 17

NÂZIM. SINIF EDEBİYATI VE MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEK Ahmet Antmen, Nikbinlik Dergisi, Sayı 10, Haziran 2002