Tevfik Fikret ve Oğlu Haluk Üzerine
Bir Şair: Tevfik Fikret, Bir Oğul: Haluk: O "Gelecek" Hâlâ Gelmedi
Ahmet Antmen, Nikbinlik Dergisi 30. Sayı, s.13-19, Nisan 2010
Eserleri ya da ürünlerine ilişkin çok az şey bilinmekle birlikte üzerine herkesin yorum yaptığı şairlerimizdendir Tevfik Fikret. Kaldırımların kara sevdalı eşi Necip Fazıl'ı ya da basit bir estetik anlayışla Küfe'de dile getirdiği toplumcu duyarlığıyla Mehmet Akif'i... Anlamadan konuşmak ne kadar yaygınsa Tevfik Fikret için de aynısı geçerlidir. Tevfik Fikret de adı geçen diğerleri gibi ürünlerinden çok bir bayrak, bir sembol olarak anılmıştır.
Türkiye şiirinde Namık Kemal Tevfik Fikret Nazım Hikmet çizgisi ilerici, aydınlanmacı bir kolun temsilcileri olarak anılmıştır. Yurtseverlikle milliyetçilik arasındaki ayrıştırma; dincilik ya da softalıkla laiklik arasındaki çatışma; aşkla ya da doğayla ilişkilerde insani olanla ulvi olan arasındaki gerilim bu üç yurtsever şair üzerinden uzunca süre tartışılmıştır. Bu tartışmanın abartıldığı, hoca cemaat ilişkisinin devreye girdiği durumlar elbette ki olmuştur. Ne var ki, bizim ülkemizde edebiyatın ve edebiyatçının toplumsal-politik yaşam üzerindeki etkisi diğer ülkelerden çok daha baskındır. İlk büyük aydınlanmacı denilince akla gelen üç beş ismin hemen hepsi edebiyatçıdır örneğin. Akla en çok gelense şüphesiz Tevfik Fikret'tir. Sol mücadele denilince, anlamını sökebilmek için akla ilk Nazım'ın dizeleri gelir. Sağdan dem vurulunca Mehmet Akif ve Necip Fazıl'a göndermeler yapılır.
Edebiyatın toplumsal alanla haşır neşirliği bir bakıma iyidir. İyidir çünkü özellikle şiir, ilkel zamanlardan beri farklı toplumsal katmanlarda bir örgütlülük ve kaynaşma tutkalı işlevi görmüştür. Eski topluluklarda, toplumsal alana dair herhangi bir korku ya da öfke ortaklaşa yazılan şiirlerle dile getirilmiştir. Edebiyatın üretiminden tüketimine tüm aşamaları kolektif bir zemin üzerinde gerçekleştirilmiştir. Şairden ziyade şiirin kendisi bayraklaşmıştır yani geçmiş asırlarda. Ama bir bakıma da kötüdür. Üretim süreci kolektif olmaktan çıkan edebiyat hariçten okunan gazelin alanına girmiştir. Yarattığı etki faydalar, çıkarlar uğruna araç olarak kullanılmıştır. Şiirin dışındaki yaşamlar şairi kendilerine bayrak yapmışlardır. Sürecin sonunda bayrağa ihtiyacı olanlarla şiire ihtiyacı olanların yolları da yaşamları da ayrılmıştır.
Tevfik Fikret deyince akla birçok başka şey gelebilir. Servet-i Fünun'da somutlaşan yenilikçi edebiyat, kavgacı kişilik, nihilizmpozitivizm arasında savrulan bir yaşam, büyük memleket şairi, softalık yobazlık karşıtlığı... Hepsi öyle ya da böyle doğrudur. Tevfik Fikret bu sifat ya da tamlamalarla elbette ki anılabilir. Benim aklıma ilk gelense toplumsal tarihi ve dönüşümleri bizzat kendi yaşantısına aktarmaya çalışan; yalnız ama cesur bir yaşam mühendisi geliyor. Sıklıkla Fransız Devrimi'nin öncü kadrolarına, Jakobenlere ve ülkemizdeki ulusalcılara atfedilen toplum mühendisliği kavramını öz yaşamına uygulamaya çalışmış; öncülleri gibi örgütlü bir yapıda mücadele yürütme derdinde olmamıştır.
Hak bildiği yolda yalnız yürüyen şairin bu tutumu farklı şekillerde yorumlanabilir. Her ne kadar toplumsal sorunlara yakın dursa da bireyciliğinin ağır bastığı söylenebilir. Zamanında, İttihat Terakki'yi geleceğin gücü olarak niteleyip alkışlayan da odur. Gelecek tasarımı ile yaşananlar arasındaki çatışkılara görünce aşağıdaki dizeleri yazan da:
Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
(Han-ı Yağma)
Düşünsel geçişlerde bu keskinliği sağlayan da işte bu bireyciliğidir. Saygıyla alkışlarken de söverken de örgütlü bir yapı içerisinde değildir çünkü. Halk tabiriyle söylersek, sınırsız bir atış alanına ve özgürlüğe sahiptir.
İnsanlarla kurduğu ilişkideki bağımsız tutum ilerlemeci, toplumsal alanda kökten değişimleri özleyen, yerleşik inançların karşısında saf tutan şair için başka bir bağlılık doğurmuştur. Din, felsefe, eğitim, sanat gibi yapılara; bu yapıların dönüştürülme olasılığını bağlanmıştır o. Klasik altyapı-üstyapı ayrımı uyarınca, üstyapısal faktörlere bağlanmıştır. Ekonomik veya politik dönüşümlerle çok doğrudan bir ilişki kurmamıştır. Kurduğu ilişkide üstyapısal, kültürel öğelere başat rol verip ekonomi ve politikayı da bu dolayımla ele almıştır. Çeşitli alanlara bölünmüş kişiliği pek çok özelliği bir arada barındırsa da, o öncelikle bir politik kişilik değil bir şair ve eğitimcidir.
Şiirlerinde işçi sınıfına ya da ezilenlere yönelik öğelere rastlasak da bu öğeler genellikle Batı uygarlığının tesiriyle kaleme alınmış, duygusal dizelerde dile gelmiştir:
Yıkık temelleri manzûr, uzakta bir mesken
Zemine doğru eğilmiş, hemen sukut edecek;
Önünde bir kadın.. Oof, artık istemem görmek!
(Verin Zavallılara)
O, yoksul insanlara daha çok dışarıdan bakıp acıyan; ah yazık keşke böyle olmasaydı, diyen bir burjuva hümanistidir. İçinde bulunduğu nesnellikte bu mertebeye varmak ise olası ileri duruşun ötesinde bir bilinci gerektirir. Henüz Hariciye Nezareti'ndeki ilk memuriyetinde boş boş oturduğu için kendisine verilen maaşı hak etmediğini söyleyip istifa etmiştir. Bir memur olarak işini bilmemiştir. Kendisine birikmiş alacaklarına karşı verilen toplu parayıysa Göçmen Dairesi'ne bağışlamıştır. Tevfik Fikret okuyup öğrendikleriyle yaşadıkları arasındaki açıyı en azından kendi yaşamında gidermeye çalışan bir Robinson Crouse'dur bir yönüyle. Şiirin ya da imgeye dönüşen şairin yarattığı bir tehlike de bu noktada yatar zaten.
Şiirselliğin içerisindeki örgütlü bir halk imgesinin yerini kahraman şair imgesi almıştır. Sonrasında toplumumuz hep dışarıdan devrimlere, kendisi için mücadele edecek kahramanlara ihtiyaç duymuştur. Kendisi ise bir köşeye çekilip şiir alanın dışında yaşayıp ölmeyi yeğlemiştir.
Tevfik Fikret elindekiyle kafasındakiler arasındaki boşluk büyüdükçe. Batı ilmini ve medeniyetini ülkeye taşıması muhtemel odaklar da fos çıkınca birey olarak kendini öne sürmüştür. 31 Mart Ayaklanması'na katılan gericileri elinde bir sopayla Galatasaray Lisesi'nin önünde tek başına beklemiştir. Bugünün olanak ve olasılıklarından umudunu kestiği orandaysa yüzünü geleceğe çevirmiştir. Tevfik Fikret'in belirsizlik ve geri kalmışlık içerisindeki mücadele çabası ilerleyen yıllarda oğlu Haluk'ta somutlanmıştır. Haluk Tevfik Fikret'in gelecek ütopyasını inşa çabasıdır. Kendi yaşamı gibi oğlunun yaşamını da kuramsal planda yaptığı tasarılarla şekillendirmeyi seçmiştir. Kendisi gibi bir hümanist olması için:
Baban diyor ki: "Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin?...Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyâh-ı mateme benzer terane-î îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
(Hâluk'un Bayramı)
diye seslenip bayramlıklarını yoksullarla paylaşmasını önerir. Aydınlanmanın, ilerlemenin saflarına geçip dogmaları yıkması için:
Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan ne melek var.
Dünya dönecek cennete insanla, inandım.
(Halûk’un Âmentüsü)
dizeleriyle seslenir biricik oğluna. Bilim irfan yoluna sonsuz güvenmesi içinse şöyle der:
Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın,
Her şey olacak kudret-i irfanla... inandım.
(Halûk’un Âmentüsü)
Geçmişin çöplüklerinin yıkılmasını, bambaşka bir dünyanın; yeni insanın yaratılmasını öğütler. Eğer geleceğin önünde köhne bir engel oluşturursa aydınlanma kavgasına adadığı kendi vücudu bile yıkılıp geçilmelidir:
Şu paslanan yüzü halkın biraz gülerse... - O gün
Ben ölmemiş bile olsam, hayata pek ölgün,
Pek az ilişkim olur kuşkusuz; - o gün benden
Ümidi kes; beni kötrüm ve boş muhitimde
Bütün acımla unut; çünkü kör, topal, tükenik
Bakışlarım seni geçmişte görmek ister; sen
Bütün etin, kemiğin, kimliğinle yarınsın!
(Sabah Olursa)
Tevfik Fikret, oğlundan kendisinin hayal bile edemeyeceği ancak özlemle isteyeceği bir geleceği kurmasını ister. Kendisi gibi aşılması gereken bir şahsın, Osmanlı gibi aşılması gereken bir devlette bu eğitimi sağlamasıysa neredeyse olanaksızdır. Tıpkı kendisinin ve arkadaşlarının bir vakitler Yeni Zelanda'ya göçüp bambaşka bir ideali yaratma arzusunda olduğu gibi oğlunu eğitim için önce İskoçya'ya, ardından da ABD'ye gönderir. Oradan bol bol ışık kucaklayıp getirecektir. Bilimselliği ve insaniliği bir potada eritip bu topraklara taşıyacaktır.
Baba-oğul ilişkisinin en ilginç denklemlerinden biri belki burada yatmaktadır. Çünkü Fikret ölesiye sevdiği Haluk'unu bireysel ve toplumsal istikbal hedefleri doğrultusunda uzaklara göndermiştir. Önüne biçtiği hedeflere kendi yokluğunda varmasını istemiştir. Henüz 16 yaşında vatanından koparılıp İskoçya'ya gönderilen Haluk'sa kendisi için yazılan şiirleri Türkçede okuyup anlama yetisini bile hemen hemen yitirir. O, kendisine yazılan şiirlerin sıcaklığını hiç duyumsayamaz. Yokluğunda büyütülen bilimsel ideallerse aile ortamını tanıdığı bir başka metafizik tarafından doldurulur. Babasına göre kendisini çok daha pratik bir insan olarak tanımlasa da henüz ilk çocukluğunda içine düştüğü yabancılık içerisinde bir başka maneviyata sığınır. Aslında gayet zengin bir iş adamıyken kendisini Hıristiyanlığa adamış ve 1956'da da Orlando'da rahiplik rütbesine yükseltilmiştir. Bu sıfat, o tarihe kadar doğuştan Hıristiyan olmayan sadece beş kişiye verilmiştir.
Haluk bilimselliğin biçimsel kavranışının sonucunda, bireysel bir ilerleme projesinin çöküşünü göstermektedir bir yönüyle. Diğer yönüyleyse bir şairin oğlunun, hem de kendisini pratik bir insan olarak tanımlayan bir kişinin yaşamını 1943'ten sonra duygularıyla yönlendirdiğini gösterir. Fikret, oğlunu yapayalnız bir ilerleme kavgasının içerisine atarken belki genlerin belirleyiciliğine güvenmişti. Bilimsel düşünüşün gereği olarak. Oysa Cemil Meriç, irfan ve ilim ışıkları ithalatı için Batı'ya gönderilen bu genci, "Haluk, bir cins isimdir, tarihten kaçanların ismi,” diyerek nitelendirir. Tevfik Fikret'in genleri belki Haluk'un yaşamdaki keskin geçişlerinde ve duygusal kararlarında etkili olmuştur. 1943 yılında her şeyden elini eteğini çekip rahip yardımcısı olmaya karar vermek de, hele Türk olup bu kararı vermek her aklıselimin alacağı bir karar değildir. Tıpkı Aşiyan'daki evinde tek başınalığı seçip umudunu Şermin'le gençlerden çocuklara taşıyan eli sopalı babası gibi. Yalnızlığı içerisinde büyüyen mücadelesinin tezatlığında zira,
Toprak vatanım, nev'i beşer (insan soyu) milletim...
İnsan İnsan olur ancak bunu iz'anla(anlamayla) inandım.
(Halûk’un Âmentüsü)
diye haykıran bir evrensel hümanizma çığlığıdır Tevfik Fikret şiiri. Oğluna dair projesi bireyselliğe hapsolup çökse de birçok oğul için aydınlıktan bir pencere açmıştır. Fikret geri kalmış bir ülkede, bölüşüm savaşları döneminde elini uzatacak kimseleri bulamamıştır. Dolayısıyla oğlunun de elinin boşta kalmaması için akla en yakın kumarını oynamış ve kaybetmiştir.
Peki kendi bireysel tarihinde yaşadığı bu yıkım nasıl oluyor da hâlâ ona karşı en büyük saldırıların kaynağı oluyor? Ya da başka türlü soralım, ona hâlâ bu kadar şiddetle saldırılmasının nedeni nedir? Diyebiliriz ki o vakit Tevfik Fikret Galatasaray Lisesi'nin önündeki nöbetini sürdürmektedir. Her yeni doğanın aydınlanma kapısından geçip elini tutacağı bir babası vardır. İçinde yaşadığı dönemde bırakın toplumunu ailesi tarafından bile anlaşılamayan biridir o. Ama şimdi en azından onun yarattığı anlamın çıtasını yükseltmeye çalışan yeni yeni çocuklar var. Ne acı ki kendi dediği gibi oldu:
Ölmek hayâtı tazelemektir. Biz ölmesek
Efkâr ölür; hayat-ı beşer(insan yaşamı) şahs-ı fikretin (düşünen kişinin)
(Mâzî Âtî)
Yalnızlık ve bunalım içinde gelen bir ölümden sonraya bile güzeli taşımayı bildi, Tevfik Fikret:
Ne savaşçı, ne savaş ve yayılma
ne sataşma, ne sultanlık, ne eşkiyalık,
ne yakınma, ne zulüm ve baskı;
ben ben'im, sen de sen; ne efendi, ne kul
(Tarih-i Kadim)
Peki ya biz? Tevfik Fikret’in çocukları hâlâ öldürülüyor savaşlarda. Kimse yanaşmadı dünyayı onlara bir günlüğüne dâhi olsa vermeye. Mai Deniz'de canlanıp bizimle sohbete girişen o çocuksu, o saf doğa var ya; hâlâ tüm çocukluğuyla dertlerini alıyor insanın ve bekliyor ki insan bıraksın kendi kendine dert olmayı.
Yorumlar
Yorum Gönder