Kayıtlar

MASKELER VE GÖKDELEN: TAHSİN YÜCEL VE MEHMET EROĞLU’NUN SON ROMANLARI ÜZERİNE, 2006

Resim
Son dönemde ilgiyle takip ettiğim iki romancımızın peş peşe yeni ürünleri yayınlandı: Tahsin Yücel’in Gökdelen ve Mehmet Eroğlu’nun Belleğin Kış Uykusu isimli kitapları. Bu iki kitap ben de her şeyden çok bir takım sorular ve acabalar doğurdu. Bu sorular kimi zaman birbirlerinden bağımsızlaşsa da yer yer birbirlerini bütünlüyor. Gökdelen toplumsal dönüşüm olasılıkları üzerinden gelecekle; Belleğin Kış Uykusu ise bireysel sorgulama biçimleri üzerinden geçmişle hesaplaşıyor. Ancak her iki roman da açık biçimde şimdiyi hedef alıyor. Yani gelecekle de geçmişle de kurulan bağlantı şimdiye dair bir sorgulatma amacını güdüyor. Bu yazı bağlamında romanları birbirlerinden keskin çizgilerle ayırmayacağım ve bu iki romanın ben de uyandırdığı sorular üzerinden zaman zaman, hatta çoğu zaman öznel yargılarda bulunacağım. Ama yargıların en öznelini baştan yapayım ve Gökdelen’in bugün ülkesine, dünyaya ve halkına karşı sorumluluk duyan her birey tarafından okunması gereken bir roman oldu...

Bu Yaşamı Zaplayın, Nikbinlik Dergisi 20. Sayı, Ekim-Kasım 2004

Resim
 1. ‘Onlar’a Karşı   Kitle kültürü nü sadece güncel bir sorun, gelip geçici bir aksama olarak ele almamak gerekiyor. Kitle kültürünü ideolojik üretimin denetimi için egemen sınıf tarafından üretilen tutarlı inançlar kümesinin bir bileşeni hatta ateşleyeni olarak ele almak pek çok açıdan yol açıcı olacaktır. Çünkü hâkim sınıfın dışındaki sınıf da gerçekliği egemen sınıfın çeşitli araçlarla oluşturduğu kavramsal kategoriler aracılığıyla görür. İçinde bulunduğumuz çağda bir işçi sınıfı kültürü nden değil işçi sınıfı kültürünün nüvelerinden bahsedebiliyor oluşumuz bu yüzden. Televoleler , magazin programları, popstar yarışmaları, Kurtlar Vadisi cinsi dizilerin hepsi kapitalizmin bekası nı ve bütünlüğünü sağlayan unsurlardır. Egemenlerin yaşantısına duyulan özenti-yarı çıplak aşk(!) mankenleri, lüks tatiller, şatafatlı partiler, defileler, mağaza açılışları, limuzinler ...- ve televizyon ekranından bu yaşantıya ortak olmanın yarattığı yanılsamalı mutluluk . Sultanlar haremlerin...

Suda Halkalar Vardı – Zaman Bölümü’nden, Kasım 2021, Yazılama Yayınevi

Resim
Bir tahterevalli düşünün. Bir ucunda sürgün, diğerinde göç. Coğrafyada okla, çizgiyle gösterilir. Tarihte üzerlerine afili bir başlık atılır; işlem tamamdır. Zamanı dilimler, insanı kılıfına uydururlar. Birörnek atılan adımların tanımı vardıkları hedefe göre farklılaşır. Yıkılan kaleler, zapt edilen topraklar doldurur satır başlarını. Ölüm ise bir kenar süsüdür sadece. Şahlanan atların üzerindeki süvarilere methiyeler dizilir. Kılıcı, mızrağı saplayan anılır hep nedense. Toprağına el konulup surları başına yıkılanlar dipnotlarda bile yer bulamaz. Hele ki şahlanan atların çiğnediği cesetler akla hiç gelmez. Vücudun bir yanından girip diğerinden çıkan kılıcın alaşımı mevzu bahis edilir ama içinden geçtiği yürek sanki hiç atmamıştır. Artık el değiştirmiş bir yurdun bodrumundaki ağıt geleceğe taşınmaz. Zaman insanı yutmuş, sindirmiştir. Coğrafya, fotoğrafını çekmiştir bu sonsuz kayboluşun. İşte o yüzden, üstleri başları lime lime bu mağaraya sığındıklarında kendileri de neci ol...

BASKI DÖNEMLERİNDE EDEBİYAT VE GÜNCEL ÇIKARIMLAR, NİKBİNLİK DERGİSİ, Ocak-Şubat 2012 (Baskı ve Otorite Sayısı), s.7-11

Resim
 Kaleme sarıldığınızda elinizin üzerinde görünmeyen bir el daha hissetmek... Düşlerinizin arasında iktidarın belli belirsiz ama kesinlikle istenmedik siluetlerini görmek. Sokağa imge avına çıktığınızda kulağınıza kızgın seslerin ve sirenlerin çalınması. Ya da üzerinize giydiğiniz kıyafete, saçınızın başınızın şekline karşı yükselen homurtular...  Sanat kendi içerisinde taşıdığı dinamikle her zaman tehdit, sığınak ve direniş üssü gibi algılanmıştır. Bu direniş üssünde büyüler oluşturulur, sıradan tepkiler dönüştürülür. Platon'un sistematik devlet kurgusunda “belirlenmiş" olanın dışına çıkma riskine karşı şairler öncelikle kapı dışarı edilmektedir. Kapitalizme kadar sistem içeriğinin net ve öngörülebilir olmasını istemiş, kendince çürük meyveleri ayıklama yarışına girmiştir çünkü. Platon, öncelikle sanatsal imgenin oluşum sürecini basite indirger ve şairi devletinden sürmek için meşru zemini oluşturma derdine düşer. Ona göre bu dünyadaki her şey, mutlak varlık konumu...

POSTACI KAPIYI NASIL ÇALAR: HAYDAR ÜNAL ŞİİRİNE ÖZNEL BİR DEĞİNİ, AKKÖY Dergisi, Sayı:21, S.10, Kasım-Aralık 2003

Resim
Haydar Ünal sesinin inadına giden bir şairdir. Şiirleri, bir haykırışın olanaklarında dolaşır. Evimize giden kavşaklardan haykırır, Kerbela'da ölümlerin gözünden, yaşamın olasılıklarından da... Hep sesini duyurma, biz bu çağın insanlarına bir S.O.S verme uğraşındadır. Acil yardım günlerinde olduğumuzun ayırtına varırız onun dizelerinde. Bunu yaparken de son derece rahattır. Şiirleri, imgesel bir yoğunluğu barındırsa da kelime oyunlarına başvurmaz. Mesajında son derece nettir. Ancak, bu netlik estetik bir düzlemde açığa çıkartır kendini. O şiirlerden biridir işte, Postacı. Duyarlılık noktalarımıza yaşatıcı vuruşlar yapar. Fakat, kendi içinde bir örgütlülük yaratabilmiş, her usta işi şiir gibi bu duyarlılıkların toplamını aşmayı, bir sorguya dönüşmeyi bilir. Çeşitli dizelerinden alıntılar yapalım şimdi bu şiirin: Ufuktaki son kırmızının Kaybolmaya başladığı anlarda Dönüşü gecikmiş yolcunun tanınmayışını … Seni sana emanet ederek Bir çift gözün yeşi...

Mezarlık, Beri Zaman Mahallesi (Kısa Alıntı)

Resim
Mezarlık ... Kuşlardı, kesinlikle onlardı, birbirine yabancı bunca  insanı buluşturan. Annesinden duymuştu zamanında;  bebekleri dünyaya leylekler getirirdi. O zaman, serçelerin ya da martıların götürmesinde şaşacak bir şey yoktu. Dedesinin  sözleri kulağında rüzgâr gibiydi, hafif titreşimlerle  sonlanıyordu. Aniden döndü, ―Dede, kuşları dünyayı kim getirir? diye sordu. Dedesi anlamadı. Etrafına dikkatli gözlerle baktı, sanki  kapalı unuttuğu kulaklarını yavaşça açtı. Ne garipti, sayısız kez geldiği bu mezarlıkta kuşları ilk kez fark ediyordu.  “Melanetler,” diye düşündü. “Her yere üşüştükleri  yetmedi, burayı da kirlettiler...” Kuşlar kirdi onun için. Bu yaşlı haliyle evini güç bela  temizlerken, bir de balkonla uğraşmak zorunda kalıyordu. Oranın buranın içine ediyor, ortalığı batırıyorlardı. “Yaşayanlarımıza bela oldukları yetmedi, bir de ölülerimize dadandılar” diye geçirdi içinden. Atıp tutmaya devam edecekti ama soru bo...

Dün Savaş Bitti, Ayrıksı Otları, 2002

Resim
1. bir ayrılık getirdim sokaklardan gece yarıları gram hayatların perçeminden bir de annenin sesi tozlu her karesinde bir filmin sığınaklar mezarımı açtım ben de seherimi yıkayan çocuklara elinde binlerce soğuk yılı bir mimarın kalemine sığındım dünya üzere gezginliğim kâğıttan bir sokağa rastladım kentini kaybetmiş adımlarını söküp yüz diyor sevilerimde bir ayrılık getirdim sohbetlerin arasında bir es yüzünden başlayacağım bedenimi sökmeye bir manastırda içeceğim, yüzlerce linç bekleme beni o sokakta deprem tohumları atıyorum rüzgârdan düşünce bir adamız olacak sonunda fotoğrafım düşecek gökten saçılacak... ve miğfer ! çiçekler ekeceksin son göğsüme yanağıma bulaş kaldığın yerden üzerime serili gazeteden okudum dün savaş bitti. 2. uzun yollardan gelmedim mevsimler vardı çıkınımda rüzgârımda belirsiz sabahlar kurtulmuş zamandı dar ağaç ne var bilmediğimiz ? yıllarca geçtik aşkın gözlerinden kavuşacağımız gün siperin dilinde hiçbir şey kalmamış bölüşecek sessizlik inattı belki kurş...