NÂZIM. SINIF EDEBİYATI VE MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEK Ahmet Antmen, Nikbinlik Dergisi, Sayı 10, Haziran 2002


Marx ve Engels sanat üzerine yazılarında Edward P. Mead'ı onun şu dizelerini alıntıladıktan sonra "İngiliz İşçi Sınıfı Ozanı" olarak tanımlıyorlar:
Bir kral var, insafsız bir kral
 Şairlerin düşlediği değil.
Bir despottur bu; iyi tanır onu beyaz köleler
İnsafsız ve acımasız bu Kral; adı Buhar
Tek bir kolu var, demirden
 Ve sadece tek olmasına rağmen,
Bu güçlü kolda sihirli bir kudret var.
Ve milyonlarca insanı perişan eder!
Kanımca, Nâzım Hikmet de bu alıntıyla gösterilen tanıma uyan bir şairdir; Türkiye İşçi Sınıfı Ozanı...
Nâzım Hikmet hayatın bütün alanları arasında dolaşırken sınıf çelişkilerini ve bir bütün olarak kapitalist sistemi teşhir eder. Nâzım Hikmet'i işçi sınıfının şairi yapan nedenlerden birisi de işçicilik ve ajitasyon batağına saplanmamasıdır. Orhan Veli'nin, büyük oranda bir savunu olarak söylediği biz işçi sınıfının şiirini yazıyoruz: işçi sınıfı için şiir değil söyleminin temelleri çürüktür. Çünkü siyaset gibi sanat da işçi sınıfından özerk olabilmeli, tüm topluma seslenmelidir Nâzım şöyle anlatıyor bu durumu:
Şiirlerim okurlarımın tüm sorunlarına yanıt versin istiyorum. Bir delikanlı bir kızı sevdiğinde, şiirlerimi okusun. Yaşlı bir adamı ölümün kederi kapladığında şiirlerimi okusun. İnsanlar 1 Mayıs gösterilerine giderken şiirlerimi okusunlar. Bürokratın biri size kötü bir oyun oynadığında şiirlerimi okuyun. Komünist yazar tüm insan duygularını yanıtlamak zorundadır.
Nâzım Hikmet şiirinde yöntem de önemli bir zemine oturur. Sosyalist olduğunu söyleyen şairlerin çoğu kentli ve aydın bir kimliği belirginleştirememişlerdir. Nâzım Hikmet ise kentin şairidir ve bu yüzden karmaşık konular bütünlüğünü yakalar.
… biz diyalektik materyalist realist sanatkârlar hayatın, insan ruhunun her cephesini ele almalıyız.
Fakat sosyalist olmak başka şeydir, sosyalist olduğunu söylemek başka. İşte tam da bu yüzden sosyalisttir Nâzım. Çünkü onun yaşamı ve şiiri arasındaki açı alabildiğine dardır. Kavganın da aşkın da nabzı atar onun şiirlerinde. Neşe de umut da soluk alıp verir. Bursa ve Çankırı cezaevlerinden yazdığı şiirler bile "duvarın dışındaki dünya" ile koşuttur.
Ben,
alacakaranlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim.
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.
Nâzım Hikmet şiirini devrimcileştiren izleklerin tümünü incelemek tek bir yazının kapsamını aşsa da konumuz açısından kimi temel izlekleri belirginleştirmeye çalışacağım.
Nâzım'ın Şiirsel Evreninde Dolaşabilmek
SoL dergisinde yayımlanan Umudun Şairleri başlıklı yazımda; bir şiirin o şiirin alt yapısını, arka planını oluşturanlara ait olduğunu söylemiştim. Bir şiirin evreninde dolaşabilmek o şiirin okunmuş olmasını bile gerektirmez kanımca. Bunu bir başka yazıya bırakalım ve Nâzım Hikmet'in şiirsel evrenini ve onun neden bir komünist şair, neden bir işçi sınıfı ozanı olduğunu bazı örneklerle açımlamaya çalışalım.
Nâzım Hikmet şiiri, kökten dinci ve ırkçılarla ortak eylemler yapıp eylemlerine leke sürenlere inat, yurtseverlikle proletarya enternasyonalizmi arasındaki bağıntıyı çok iyi örmüştür. Nâzım Hikmet, bu cennet bu cehennem bizim, diye nitelediği memleketimizi rüyalarda ya da öte dünyada sevmez; o, memleketini gören duyan işiten konuşan canlı bir varlık olarak düşünür ve şiirlerine öyle yansıtır.
...onlar sevgilerini bile mücerret bir mahluk olarak şiirlerine geçirirler. Halbuki, mesela ben sosyalist şair, memleketimi ve halkımı tıpkı karımı sevdiğim gibi etiyle kemiğiyle seviyorum.
Nâzım Hikmet'in teori pratik birliğini şekillendirmesi açısından Sen şiiri yerli yerine oturur:
Sen esirliğim ve hürriyetimsin.
çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
sen büyük, güzel ve muzaffer
ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...
Bu şiirin genel havasında sevgili ve memleket arasında bir denklik kurulmuştur. Bu bağlamda benzetmelerdeki klasik benzeyen-benzetilen şablonu önemsizleşir. Gelecekçi birikimden de beslenen Nâzım Hikmet mekân ve kişiler arası gidiş-gelişleri modernizmin bir gereği olarak uygular şiirlerinde. Daha sonra döneceğim Saman Sarısı'nda çok güzel bir örnek vardır buna:
Genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
üst ranzada uyuyanı görmedim.
üst ranzada ben uyuyordum
Varşova'da Bristol Oteli'nde
Yurtseverlik vurgusuyla devam edersek, Nâzım Hikmet memleketinin değişik yörelerindeki yolculuğunu da çağdaş bir gezgin gibi yapar. Kurtuluş savaşı yılları onun Anadolu'nun değişik yörelerinin soluğunu alıp vermesini sağlamıştır. Bursa cezaevinde, sevgilisinin gözlerinde dolaşır memleketini. O, memleketin sahiplerini de bilir; kof saf dilli bir sevgi değildir onun insan ve memleket sevgisi. Bursa, bir başka şiirinde şöyle tamamlar bu görüşümü:
Bursa'da havlucu Recep'e
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan'a düşman
sana düşman. bana düşman
düşünen insana düşman
vatan ki bu insanların evidir
sevgilim, onlar bu vatana düşman
(Saat 21-22 Şiirleri'nden )
Nâzım'ın vatan tanımlaması da çıkıyor ortaya: yıkanlar ve yaratanlar.
Türkiye işçi sınıfına selam! Selam yaratana!
Tohumları tohumuna.
serpilip gelişene selam!
Bütün yemişler dallarınızdadır
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir.
       (Türkiye İşçi Sınıfına Selâm)
Ya memlekete bilinçli bir sevgiden kastım ne? Nâzım ülkenin gerçekliğe uygun bir çizimini taşır şiirlerine.
Memleketimi seviyorum :
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.
Memleketim :
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
      (Memleketimi Seviyorum)
diye vurgu yaptığı memleket. dönüşüm halindeki emekçilerin memleketidir.
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
      (Bu Vatana Nasıl Kıydılar)
Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!
Paranın padişahlığını,
karanlığını yobazın
ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm!
      (Türkiye İşçi Sınıfına Selâm)
Nâzım Hikmet'in gurbette yazdığı şiirlerde ayrı bir konuma oturur. Hiç ölünmeyecek gibi vaşayan bir ozanın ezgileridir bunlar. Nâzım Hikmet'in komünist kimliği bu noktada da belirginleşir Yurtdışına kaçıp bu ülkeden adam olmaz gibi saldırılarla umutsuzluk asılayanlarla arasında duruş farkı vardır.
Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
(Yine Memleketim Üstüne Söylenmiştir)
Onun şiirleri faşist İtalya'nın saldırısı altındaki Habeşistan'a, Jokond’un arkadaşı Siyau'nun 1 Mayıs’ta öldürüldüğü devrim öncesi Çin’e, soyalizmi inşa eden Macaristan, Lehistan ve Küba gibi ülkelere uzanır.
Toprak da insan gibi,
türküler gibi tıpkı,
hürriyette bir kat daha güzelleşiyor.
Güzelleşmişsin bir kat daha Macar toprağı.
      (Macar Toprağı)
Lehistan’da millet
  Sosyalizmi kurmakla meşgul.
Sosyalizm,
yani şu demek ki, dayı kızı,
sosyalizm,
senin anlayacağın yani,
el kapısının yokluğu değil de
imkansızlığı.,
  (Lehistan Mektubu)
dolaşıyorum Havana sokaklarını
Kadınlarla yemişleri birbirine karıştırıyorum
      Çocuk bahçeleriyle hürriyeti
Hürriyetle bu şehrin insanlarını birbirinden ayırdetmek olmuyor
       (Havana Röportajı)
Nâzım Hikmet'i şiirleri zaman ve mekan içinde yolculuklara çıkar. Saman Sarısı, bu enternasyonalist çizgiyi çok iyi açığa çıkartır. Vera'ya yazılmış bir aşk şiirinden ötedir ya da öte bir aşk şiiridir. Nâzım'ın şiirlerinde zaten bütünlüksüz soyutlanmış bir aşka, kaçışlara rastlanmaz. Komünist şair, o zamana kadarki modern akımları kendi içeriklerinde aşmak için barındırır. O yüzden romantik... komünist tanımlaması en hafif ifade ile anlatım bozukluğudur; fakat cehaletten ve sinsilikten kaynaklanır. Bu konuya birazdan geleceğim. Önce Saman Sarısı şiirinde bir yolculuk yapalım.
Saman Sarısı'nda gerçeküstücü, gelecekçi, romantik öğelere rastlanır.
Üst ranzada uyuyanı görmedim
üst ranzada ben uyuyordum
üst ranza boştu
dizelerinde hem gerçeküstücülüğün hem gelecekçiliğin izleri vardır. Örneğin.
aynaların içinde iniyorum merdivenleri
dizesinde de gerçeküstücü bir birikim vardır.
Eldivenlerini çıkarmışsa
Ellerini görmemek olmaz
saçları saman sarısı kirpikleri
romantik tutum, elin bütünsellik içinde değerlendirilmesi ile olanaklarından birine dönüşür.
el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının
on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu
avucu nasır nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu
yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun
yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan
...
sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini
Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem
Eller üzerine vurgusu emek sömürüsü, üretim ilişkileri ve yabancılaşma temelind düşünülmelidir.
…çünkü sadece beş duyu değil, ama zihinsel denilen duyularda, pratik duyular kelime ile insani duyular da, duyuların insani mahiyeti de, kendi nesnesi sayesinde, insanileştirilmiş doğa sayesinde var olurlar.
     (1844 Ekonomi Felsefe El Yazmaları, K. Marx)
Demek ki, el, yalnız emeğin organı değil emeğinde ürünüdür...Hep daha yeni, daha karmaşıklaşan işlerde kullanılması sayesinde insan eli Raphael resimlerini, Thorvaldsen heyke lerini, Paganini müziğini bir mucize gibi ortaya koyacak yüksek bir yetkinliğe ulaşmıştır.
     (Doğanın Diyalektiği, F. Engels)
Nâzım, el imgesini üretim sürecinin öznesi olarak kullanır; fakat insanın en temel gereksinimi olan üretmekten duyulan haz kendisinden alınmış ve insan bir sömürü çarkının vidası haline getirilmiştir.
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
      (Ellerinize ve Yalana Dair)
Saman Sarısı'nın sonunda şiirsel evreninin tanımına vurgu yapar.
bu kitabın kaadını yapanlar
yazısını dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkanında
satanlar para verip alanlar alıp da seyredenler bir de
Abidin bir de ben bir de bir saman sarısı, belası başımın.
Şiir artık ozanından çıkmış ve kendi evreninde dolaşanları aramaya başlamıştır, bunun için de komünisttir Nâzım.
Aşk Şiirlerine Kısa bir Değini
Şimdi, Nâzım Hikmet şiirinde aşka geçebiliriz. Nâzım Hikmet'in hangi şiiri aşkın dışındadır? Hangi şiiri sadece aşkın içindedir?
Sevgilim, gonca gülüm,
başladı Lehistan ovasında yolculuğum
diye başladığı Lehistan Mektubu mu aşkın dışındadır; yoksa işbölümünün ortadan kalktığı, komünist topluma gönderme yaptığı Meşgale şiiri mi sadece aşka dairdir:
Öküzlerimin boynuzlarında aydınlanırken ortalık
toprağı sürüyorum sabırlı bir kibirle
çıplak ayaklarımda toprak nemli ve ılık.
Demir dövüyorum öğleye kadar
kırmızıya boyanıyor karanlık.
Yapraklarında yeşilin en güzeli,
zeytin devşiriyorum ikindi sıcağında
Nâzım şiiri derinlemesine düşünmeye alışık olmayanları da kendine çekiyor şüphesiz: ancak bir tırnak açıyor onlar için de... Yazımın başında söylediğim gibi tüm topluma seslenebilirlik de komünist şair olmanın gereği. Şimdi başka şiirlerinde dolaşalım Nâzım Hikmet'in:
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
                                          ölmek ayıp olur mu?
       (Tahirle Zühre Meselesi)
Nâzım şiirinde, kapitalistlerin görünmez dedikleri el, açığa çıkmıştır:
Sevinçsiz ve kedersiz
yapıyordu işini.
Bilmiyordu hünerini düşünmek denen şeyin.
Ne memnundu, ne pişmandı dünyaya geldiğine.
     (Talihsiz Yusuf’un Gemisiyle Barselon’a Seyahat)
Düzenin işleyişine değil; bizzat kendisine cephe açtığı için de komünisttir Nâzım. Kapitalizmin. savaşsız yapamayacağını ve savaşın kapitalizme katkısını şu dizelerle ortaya koyar:
Harbediyoruz :
       pazar ve mal nizamının bekası için.
       Kömür, lâstik ve kereste,
       ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
                                                                       satılmalıdır.
               (Dört Hapisaneden)
Amerikan ideologlarının Türkiye'yi satın aldık. Türkiye'ni en iyi ihraç ürünü askerleridir dediği bir döneme gelen şu şiirini de hatırlamak gerekir:
Yalnız bir mesele var Mister Dalles,
herhalde bunu sizden gizlediler:
Size tanesini 23 sente sattıkları asker
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak
mevcuttu, tuhafınıza gidecek,
mevcuttu hem de çoktan mı çoktan,
daha sizin devletinizin adı bile konmadan.
      (23 Sentlik Askere Dair)
diyen Nâzım Hikmet güncelleşiyor ve düşmanları açısından büyüyen bir tehdide dönüşüyor. Sermaye sınıfı açısından Nâzım'a kayıtsız kalmaktan daha zoru onu içerme çabasına girmek olur. Nâzım'ın dokundukları her dizesi bir yerlerden yıkıp geçecektir niyetlerini. Nâzım'ın şiiri maddidir; eti, tırnağı, şapkasıyla aramızda dolaşmaktadır. Nâzım'ın şiirsel evreniyle gençlerimizi Kore Dağları'na sürenler, Havlucu Recep'in düşmanları, vatanı çırılçıplak yere serip Teksaslı çavuşa teslim edenler ancak karşı saflarda karşılaşabilir. Çünkü Nâzım'ın şiirsel evrenindeki gezintinin yolu, bütün çocukların kırmızı elmalar gibi güldüğü bir dünyaya, yani sosyalizme açılır. Nâzım her geçen gün daha da güncelleşiyor; oturup gölgesinde dinlenmek için değil, mücadelenin içinde güçlenen bir sanat anlayışı için.
Saman Sarisi bir soru soralım kendimize, sen mutluluğun resmini yapabilir misin?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANKARA'NIN KAYBOLAN RENGİ: GENÇLİK PARKI "BUGÜN YEŞİL YAĞMAYACAK", Mimarlar Odası Ankara Şubesi Dergisi, Ekim 2005

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ'NDE ELEŞTİRİ VE MÜDAHALE Nikbinlik Dergisi, Sayı 17